İstanbul, masalsı tarihi ve büyüleyici silüetiyle her ziyaretçiyi kendine aşık eden bir şehir. Boğaz’ın suları kıyıyı öperken, her köşe başında farklı bir kültür, farklı bir hikâye ve ayakta duran tarihi bir anıt bulmak mümkün. Şehirde Osmanlı’dan Bizans’a, Avrupa’dan Uzakdoğu’ya uzanan engin bir zaman yolculuğuna çıkacaksınız. Bu yazıda, İstanbul’un en ünlü ve özel 20 mekanını sıcak bir dille anlatıyor, her birinin atmosferini, öne çıkan özelliklerini ve ziyaret ipuçlarını detaylıca paylaşıyoruz. Hazırsanız şehrin kalbinde büyüleyici bir gezintiye çıkalım!
Ayasofya, İstanbul’un simgelerinden biridir. 537’de İmparator I. Justinianos tarafından inşa ettirilen bu devasa yapı, Bizans’ın en önemli kilisesi, Osmanlı’nın da en büyük camisiydi. 2020 yılında tekrar camiye çevrilen Ayasofya, muhteşem kubbesi ve iç mekândaki altın varaklı mozaikleri ile ziyaretçisini büyüler.
UNESCO Dünya Mirası listesindeki “İstanbul Tarihi Alanları” içerisinde yer alan bu yapı, batı ile doğuyu birleştiren kubbesiyle adeta iki kıtayı buluşturur. Ortadaki dev kubbe, dört yarım kubbe ve birbiriyle iç içe geçtikten sonra yükselen yardımcı kubbeleri, eski çağların mühendislik dehasının kanıtı gibidir. Üst kattaki gezinti koridorundan İstanbul’un tarihî yarımadasına baktığınızda, şehrin çan mozaiklerini, sancılı fetih hikâyelerini ve dini ritüelleri hissedersiniz. Sabah erken saatlerde veya akşamüstü, güneş ışığı kubbeyi altın gibi yansıttığında ziyaret etmek en keyiflilerindendir. Hemen yanında Ayasofya’yı tamamlayan Sultanahmet Camii de duruyor, isterseniz aynı gün içinde iki tarihi eseri birden görebilirsiniz.
Sultanahmet Camii, 1609–1617 yılları arasında I. Ahmed döneminde yapılmış bir Osmanlı başyapıtıdır. Külliyenin merkezi, dev kubbelerin altındaki geniş bir salon; duvarları 20.000’e yakın İznik çinisiyle bezenmiştir ve bu mavi tonlar camiye “Mavi Camii” adını kazandırmıştır.
Caminin 6 minaresi, dört büyük kubbesi ve sekiz daha küçük kubbesiyle İstanbul semasında heybetli bir silüet oluşturur. İç mekândaki çinilerin çiçek desenleri ve mahya ışıkları, huzur veren bir atmosfer yaratır. Cami hâlen ibadete açık olduğu için ziyaretçiler namaz vakitlerinde yaklaşık bir buçuk saat süreyle içeri giremezler; bu yüzden sabah namazından hemen sonra veya öğleden sonraları ziyaret etmek uygundur.
Fotoğraf çekmek için caminin avlusunda bolca alan var. Yere yansımış kubbe gölgeleriyle meşhur Sultanahmet Parkı da müthiş bir fotoğraf noktasıdır.
Topkapı Sarayı, 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortasına kadar Osmanlı padişahlarının ikametgâhı ve idare merkeziydi Saray, bir saraydan çok farklı pavyonların, bahçelerin, avluların, hazinelerin ve harem dairelerinin karmaşık bir bütünüdür. Rumeli Hisarı’nın tam karşısındaki Sarayburnu’nda yer alan bu saray, Marmara Denizi ve Boğaz manzarasıyla büyüler. Padişahların yaşadığı ve devrilen tahtlardaki parlak işlemeleri görmek büyüleyicidir. Harem bölümüne ek biletle girebilirsiniz; burada valide sultanların ihtişamlı odalarını ve Osmanlı kadınının saraydaki günlük yaşamını görebilirsiniz.
Sarayın müze bölümünde Elmalı Yakup Efendi’nin işlemeli kutsal emanet sandukası, Muhammed’in kandili ve el yazmaları gibi paha biçilmez eserleri yer alır. Hazine dairesindeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması’ı (Spoonmaker’s Diamond) ve kristal kandilleri de mutlaka görün.
Kapalıçarşı, 61 sokağı ve 4000’ün üzerindeki dükkanı ile dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biridir. Beyazıt Meydanı’nın üstünde uzanan bu labirentte yüzlerce yıl boyunca inci, baharat, halı, mücevher, bakır işçilik ve hediyelik eşyalar alınıp satıldı. Çarşının kubbeli tavanları ve dar sokakları sizi zamanda bir yolculuğa çıkartır. Ayakkabılarınıza sıcak su döküp, karşılıklı “şik şak” fiyat çekişmelerini izleyerek alışveriş deneyimini yaşamalısınız.
Altıncı otoparka yakın Gülhane Parkı istikametine doğru, Nuruosmaniye Camii’ne paralel uzanan Beyazıt-Kapalıçarşı tramvay durağında inerseniz direkt çarşının içine adım atabilirsiniz. Pazarlık burada neredeyse alışveriş kültürü gibidir; küçük eşyalar için bazen %20-30 indirim bile koparabilirsiniz.
Mısır Çarşısı (Yeni Cami Bahçesi yanında), taze baharatların, kuru yemişlerin, lokum ve kurabiyelerin satıldığı renkli bir çarşıdır. 1660 yılında Osmanlı gelirleriyle yaptırılan bu “Mısır Çarşısı” adıyla da anılır. İçeriye girdiğiniz anda vanilya, karanfil, kakule kokuları sarar sizi. Dolu dolu yayılan tezgâhlar, teyzelerin tahtadan çuvalları karıştırmaları, grafikli dilimli meyveleri paketleyişleri harika bir sahnedir. Küçük alüminyum cezvelerde pişen Türk kahvesi deklere edilip içenleri çeker. Emníyet Müdürü Nuruosmaniye Camii’ni geçip sola sapınca ulaşabilirsiniz. Buradan Boğaz manzaralı Eminönü iskeleleri de çok yakın.
Galata Kulesi, Bizans döneminden kalan eski bir gözetleme kulesinin yerine Cenevizliler’in 1348’de inşa ettiği nefes kesici bir yapıdır. İstanbul’un Beyoğlu semtinde yükselen bu silindirik taş kule, şehrin tepelerinden geçen her fırtınayı görmüş bir tanık gibidir. Ziyaretçiler 9 katlı kulenin tepesindeki panoramik seyir terasına çıkarak 360 derece İstanbul manzarasıyla karşılaşır. Altında Haliç’in mavi boyası, karşı kıyıda Tarihi Yarımada’nın minareleri, kuzeyde Haliç Köprüsü, batıda ise Boğaz köprüleri ayaklar altındadır. Kuleye Tünel’den veya Karaköy’den kısa bir yürüme, sonra 145 basamak çıkış veya asansörla ulaşabilirsiniz. Günbatımında buradan boğaza vuran kızıl ışığı seyretmek unutulmazdır.
Taksim Meydanı’ndan başlayıp Karaköy’e kadar uzanan İstiklal Caddesi, Beyoğlu’nun kalbindeki renkli yaya caddesidir. Cumhuriyet’in kuruluşunun sembollerinden Atatürk Anıtı’nın bulunduğu Taksim’den çıkan cadde, her adımda farklı bir ses, farklı bir tat ve farklı bir tarih fısıldar. Tramvayın nostaljik sesi, gençlerin sokak sanatıyla süslediği duvarlar, ara sokaklardaki meyhaneler ve tarihi binalar İstiklal’in şenlikli atmosferini oluşturur. Çiçek Pasajı’ndan Fransız Sokağı’na, Arnavut kaldırımlı bu yürüyüş yolunda barok kiliseler (St. Antoine Kilisesi) ve Osmanlı döneminden kalma pasajları (Çiçek Pasajı, Balık Pazarı) görebilirsiniz. İstiklal’in sonunda Galata Kulesi yükselirken, caddenin başındaki Tünel tramvayı da nostaljik bir deneyim sunar.
Pera Müzesi, Beyoğlu’nda Meşrutiyet Caddesi üzerinde bulunan tarihî bir binada kurulu şık bir sanat müzesidir. 2005 yılında açılan müze, Osmanlı’nın sonraki dönemi olan 19. yüzyılın Osmanlı aydın ve ressamlarının eserlerini, ayrıca Kütahya çinileri ve Osmanlı dönemine ait ölçü setlerini barındırır. Özellikle Osman Hamdi Bey’in ünlü “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu müzenin koleksiyonundandır. Düzenli olarak uluslararası geçici sergiler de yapılır. Meşrutiyet Caddesi üzerinde, İstiklal Caddesi’ne birkaç adım mesafede bulunan bu butik müze, şehir turunuz arasında güzel bir mola olabilir.
İstanbul Modern, karşınıza çağdaş sanat eserlerinin yanı sıra tarihi bir boğaz manzarası çıkaran özel bir müzedir. 2004 yılında Galataport’un hemen yanında açılan müze, hem Türk sanatçılara hem de uluslararası sanatçıların modern çalışmalarına yer verir. Binasının tasarımı Renzo Piano tarafından yapılmıştır ve 2023’te yeni bir binaya taşınmıştır. Müzenin sergi salonlarında fotoğraf, resim, heykel ve yeni medya eserleri sergilenir. Boğaz manzaralı restoranı ise sanat ve güneşli hava eşliğinde kahvaltı veya öğle yemeği için tercih edilir. Karaköy sahilinden içeriye girerken dev “IM” (Istanbul Modern) tabelası sizi karşılar.
Gülhane Parkı’nın yanı başındaki İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi, üç ana bölümden oluşur. Arkeoloji Müzesi, Eski Doğu Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olarak ayrılan bu müzeler, Osman Hamdi Bey öncülüğünde 19. yüzyılda kurulmuştur. Dünya tarihinden binlerce eser barındırır; Nefertiti heykelciği, Kadeş Anlaşması tableti, ünlü “Tavuklu Adam” heykeli, tümseklik mozaikler gibi paha biçilmez arkeolojik hazineleri burada görebilirsiniz. Devasa Lübnan lahidi, Kutsal Emanetler bölümü (Topkapı’dan getirilen kur’an, mihrap ve kaftanlar) tüm tarihi meraklılarını büyüler. Müzenin bahçesindeki Osman Hamdi Bey heykeli önünde fotoğraf çekmeyi unutmayın.
Sultan Süleyman tarafından 16. yüzyılda inşa ettirilen Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın başyapıtlarından biridir. Ayasofya’nın ardından Osmanlı’nın en zarif büyük yapısı olarak kabul edilir. Yerden 53 metre yüksekliğe ulaşan büyük kubbesi, kademeli kubbeler ve dört ince minaresiyle ihtişamı bir arada sunar. Cami, üç tarafında geniş avlulara ve medrese cemaati ile çalışanlarına ait yapılara (hamam, kervansaray, medrese gibi) sahiptir. Özellikle bahar aylarında avludaki rengarenk çiçekler ve caminin arkasındaki Süleymaniye Tepesi İstanbul manzarası görülmeye değer. İbadete kapalı olduğu saatlerde ziyaret ederek Selçuklu geometrik desenleri ve kalem işleriyle bezenmiş iç mekânında huzurlu bir vakit geçirebilirsiniz.
Boğaz’ın Avrupa yakasında, Beşiktaş sahilinde yer alan Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı’nın ihtişamlı son saraylarından biridir. Padişah Abdülmecid’in 1843-1856’da yaptırdığı saray, neo-baroque ve rokoko üsluplarında yapılmıştır. Topkapı’nın aksine büyük kristal avizeler, mermer kaplamalar, altın işlemeli mobilyalarla döşelidir. 36 metrelik avizesiyle ılımlı bir şıklık sergileyen Muayede Salonu, Sultan Abdülmecid’in taht salonu ve büyük Kristal Merdiven dikkat çekicidir. Dolmabahçe deniz duvarıyla da ünlüdür; iskeleden İstanbul Boğazı’nın serin sularına bakarak eşsiz bir manzara seyre dalabilirsiniz. Atatürk, 1938’de hayatını kaybettiğinde Dolmabahçe’de bulunuyordu; onun anısına düzenlenmiş küçük bir Müze-i Hümayun bölümü de ziyaret listesinde olmalı.
Kariye Müzesi, Fatih’in Edirnekapı semtinde, İstanbul surlarının hemen dışında küçük ve büyüleyici bir mekândır. 4. yüzyılda manastır kilisesi olarak kurulan yapı, İstanbul’un en nadide mozaik ve fresk koleksiyonlarından birine sahiptir. Ziyaret ettiğinizde “İsa’nın Doğuşu”, “Nur içinde Yatan Meryem” ve dini ikonaları altın mozaik zemin üzerinde parıldarken tanırsınız. Dışarıdan sade görünmesine karşın içerisi parlak mavi ve altın renklerin dansı gibidir. Kariye, “dünyaca ünlü mozaik ve freskler evine” çevrilmesiyle tanınır. Şehrin kalabalığından uzak, tek başına tanışmak için sessiz ve mistik bir atmosfer sunar. Yanıt: Yolunuz Topkapı’dan Edirnekapı’ya uzanıyorsa özel bir gezi planlayın; ulaşım biraz daha zahmetli ama gördüğünüz manzara buna değer.
Rumelihisarı, İstanbul Boğazı’nın en dar kısmına hakim tarihi bir Osmanlı kalesidir. Fatih Sultan Mehmet’in 1452’de İstanbul’u kuşatmadan hemen önce yaptırdığı bu hisar, Osmanlı ile Bizans arasındaki deniz trafiğini engellemek amaçlı inşa edilmiştir. Üç büyük kule ve içlerinde küçük kulelerle çevrili kalın surlarıyla Boğaz’da heybetli durur. Ziyaretçiler buraya çıkıp surların üzerinden boğazı seyredebilir, kocaman çimenlik bahçesinde piknik yapabilir. Kaleye girince surların içindeki havuzu, zeytin ve söğüt ağaçlarının gölgesini görürsünüz. Rumeli Hisarı bugün müzeye dönüştürülmüş ve yaz aylarında açık hava konserlerine ev sahipliği yapar. Mevlevi Şeyhi İdris Kussei parkuru ve kısa yürüyüş yolları da doğa severler için keyiftir.
Ayasofya’nın hemen yanında, yüzlerce yıl yeraltında unutulmuş devasa bir su deposu olan Yerebatan Sarnıcı bulunur. 6. yüzyılda İmparator Justinianos tarafından inşa edilen bu “sarnıç sarayı”, 336 mermer sütunla desteklenen inanılmaz genişlikte bir kubbeye sahiptir. Kubbelerden sarkan dallara benzeyen kubbe sütunlar, mistik bir atmosfer yaratır. Sarnıcın en meşhur özelliklerinden biri, iki sütunun ters dönmüş Medusa başı motifiyle kaidesinin olmasıdır. İçeriye girince loş ışıkta hafif su sesi duyulur; ayaklarınızın dibinde boşlukta akan su, size başka bir dünyada olduğunuzu hissettirir. İstanbul’un altındaki bu karanlık odada dolaşmak, serinlemek ve fotoğraf çekmek turistler arasında oldukça popülerdir.
Eyüp semtinde yer alan Pierre Loti Tepesi, şehrin en ünlü panoramik seyir teraslarından biridir. Adını Haliç’in güzelliğine hayran kalan Fransız yazar Pierre Loti’den almıştır. Tepeye çıkmak için Eyüp’ten kısa bir teleferik (teleferik) yolculuğu yapabilirsiniz (İstanbul Kart geçerlidir). Zirveye çıktığınızda Haliç’in ileriye doğru uzanan mavi kolları, çınar ağaçlarının gölgesindeki çay bahçeleri ve uzaktan tarihi yarımadanın kubbeleri gözlerinizin önüne serilir. Tepedeki bahçeli kafe, ünlü kırmızı-beyaz örtülü masalarında Türk çayı ve kahvaltısı keyfi sunar. Günün yorgunluğunu ormanın huzurunda atabilir, buradan Eyüp Sultan Camii’ni de seyredersiniz. Kalabalığı sevmiyorsanız hafta içi veya akşamüstü gitmek daha sakin olur.
Ortaköy, Beşiktaş ile Beyoğlu arasında Boğaziçi kıyısında şirin bir mahalledir. Ortaköy Camii’nin kare suratı, arkasındaki Boğaz Köprüsü ile birleşince tam bir kartpostalı andırır. Alışverişten yorgun düşenlere midye, kumpir, waffle ve el yapımı gözleme gibi sokak lezzetleri sunulur. Pazar günleri el sanatları pazarı kurulur; el yapımı takılar, çantalar, tablolar bulabilirsiniz. Akşamüstü Ortaköy İskelesi’nden bir deniz taksiye binerek Kalamış veya Kuzguncuk’a geçmek de alternatif bir keyif. İskelenin iki yanında deniz kenarında oturabileceğiniz kahveler ve lokantalar vardır. Işıklar yandığında Ortaköy Camii’nin silüeti özellikle romantik bir hava verir.
Boğaz turu, İstanbul’u iki kıtanın buluştuğu noktadan denizden keşfetmenin en güzel yoludur. Eminönü, Kabataş veya Beşiktaş’taki iskelelerden kalkan yolcu tekneleriyle başlayan bu turlarda 2-3 saatlik bir süre boyunca hem Avrupa, hem Asya yakasının kıyıları, sarayları ve yalıları önünüzden geçer. Kız Kulesi, Dolmabahçe Sarayı, Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı tekneden izlenir. Akşamüstü güneş battığında Haliç’in altın sularında boğazınızdaki ışıkları seyrederek romantik bir deneyim yaşayabilirsiniz. Hızlı motorları olan tekneler ile de kısa Boğaz turu yapılabilir (15–20 dolar).
Kadıköy, özellikle gençlerin ve sanatçıların tercih ettiği, canlı sokaklarıyla bilinen Anadolu yakası semtidir. Kadıköy Çarşı’da balık pazarı, kitapçılar ve antika dükkanları arasında dolaşabilirsiniz. Çarşıdaki ünlü Çiya Sofrası, Türkiye’nin dört bir yanından getirdiği otantik yemeklerle keşfedilmeyi bekleyen bir restoranıdır. Moda sahilinde ise martılar eşliğinde yürüyüş yapabilir, bisiklet kiralayabilirsiniz. Sokak sanatlarıyla dolu Yeldeğirmeni bölgesi; Mühürdar Caddesi üzerindeki kafe ve barlar da gezilmeye değerdir. Kadıköy’de çarşı girişindeki Büyük Kadın heykeli önünde bir kahve molası verin.
İstanbul’dan deniz vapuruna atlayıp 1-1,5 saatlik yolculukla ulaşabileceğiniz Adalar (Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada) İstanbul’un kalabalığından kaçış noktasıdır. Büyükada’da motorlu taşıtlar yasaktır; yerel halk bisiklet veya faytonla gezer. İhtişamlı yalılara, Rum kiliselerine ve huzurlu çam ormanlarına rastlayacağınız Adalar’da İstanbul’un tarihî yazlık hayatına tanıklık edersiniz. Faytonları iskeledeki görevliyle önceden anlaşıp kabuklu fındık eşliğinde tur atabilirsiniz. Adalar çevresindeki restoranlar deniz mahsulleriyle ünlüdür; özellikle fiyatlar İstanbul’a kıyasla daha makuldür. Yazın günübirlik serinlemek için tekne turuna katılabilirsiniz.
İstanbul, bir solukta gezip bitirilemeyecek kadar zengin, her köşesi ayrı bir hikâye saklayan bir şehirdir. Bu listede sunduğumuz 20 konum/mekan, İstanbul’un tarihi zenginliğini, kültürel çeşitliliğini ve eşsiz manzaralarını deneyimlemeniz için birer kapı aralıyor. Yolu Ayasofya’nın kubbesine uğrayan her gezginin kadim uygarlıkların izini sürmesi; Galata’dan Haliç’i seyreden herkese İstanbul’un büyüleyici coğrafyasına hayran kalması kaçınılmaz. Umarız İstanbul’da geçireceğiniz zaman boyunca bu mekanlardan aldığınız ilham, şehri keşfetme arzunuzu daha da artırır. Her adımınızda yeni bir lezzet, yeni bir manzara veya tarihin tozlu sayfalarından canlı bir kesit yakalayacaksınız. İstanbul sizi bekliyor; iyi gezmeler!